6 Ağustos 2011 Cumartesi

Spot Işıkları: Fräulein Bum-Bum


Almanya, Steffi Graf'lı yılların ardından uzun bir süredir zirveye oynayacak yeni bir tenisçi arıyordu. Bugün ise ellerinde üç kişi var. Petkoviç'in Avustralya Açık'ta başlattığı, Görges'in Stuttgart'taki WTA turnuvasını kazanarak devam ettirdiği Yeni Alman Dalgası'nda, bayrağı devralan son isim Sabine Lisicki oldu.

Steffi Graf'tan bu yana bir Grand Slam'de yarı final oynamayı başaran ilk Alman tenisçi olan Lisicki, geçen yıl yaşadığı sakatlığın ardından kısa sürede beklemediği bir noktaya geldi. Onun bu yıl içinde yaşadığı çıkışı daha iyi görebilmek için, Spot Işıkları'nın bu bölümünde Lisicki'nin iki röportajını bir araya getirdim. Öncelikle, Nisan ayında, sakatlığının ardından 156. sıradayken Frankfurter Allgemeine Zeitung'a verdiği röportaja bakalım. Bu röportaj aynı zamanda, bir sporcunun en zor koşullarda dahi hedeflerinden vazgeçmemesinin önemini gösteriyor.

FAZ: Geçtiğimiz yıl aylar boyunca sakatlığın yüzünden tenis oynayamadın ve dünya sıralamasında gerilere düştün. Sabırlı olmayı nasıl başardın?

Lisicki: Eğer yeterince isteğiniz varsa, bunu başarabilirsiniz. Koltuk değnekleriyle dolaşmak zorunda kaldım, eğer sabırlı olmasaydım hayatta geri dönemezdim. Rehabilitasyonda oldukça fazla efor sarf ettim ve pek çok özveride bulundum.

FAZ: Özellikle zor olan neydi?

Lisicki: Çok sıkı çalışmak ve neşenizi korumak zorundasınız, ki işler umduğunuz gibi gitmediği zaman bunu başarmak oldukça zor. Pozitif kalmaya çalışmak ve işlerin iyi olacağına dair kendimi ikna etmek zorundaydım. Ama başarının, onu hiç beklemediğim bir anda bana geri geleceğine ikna olmuştum.

FAZ: Dünya sıralamasında 156. sırada bulunuyorsun. Sıralamadaki yerini takip ediyor musun?

Lisicki: Dünya sıralaması benim ne kadar iyi olduğumu göstermiyor. 160. sıradan çok daha iyi bir seviyede olduğumu biliyorum. İyi olan kısmı ise, kaybedeceğim hiç bir şeyin olmaması. Bu nedenle kazandığım bütün puanlar oraya eklenecek. En önemlisi, doğru oyunu bulmak, kendimi çalışmaya vermek ve kendime güvenimi yeniden kazanmak.

FAZ: 2008 yılındaki Avustralya Açık'ta, güçlü oyununla iyi bir mesaj vererek heyecan yaratmıştın.

Lisicki: O (heyecan) hala yerinde duruyor. Bir numara olmak çocukluk hayalimdi ve bu hiç değişmedi. Oraya ulaşıp ulaşmayacağım başka bir konu. Ama her gün ağırlık çalışmaya giderken ve orada saatlerce kendime işkence çektirirken motive olmamı sağlayacak bir hedefe ihtiyacım var. Sadece ilk 100'ün içinde olmaya çalışıyorum diyemem. Bu benim için yeterince teşvik edici değil.

156. sıradayken dahi iddiasını kaybetmeyen Lisicki, bu azminin karşılığını Wimbledon'da yarı finale ulaşarak aldı. Sırada, bu başarısının ardından Alman Tennis Magazin dergisine verdiği röportaj var.


Tennis Magazin: Bayan Lisicki, Wimbledon’da yaşadıklarınız bir mucize mi?

Lisicki: Hayır, bu sıkı çalışmanın bir sonucu. Bu yılın dönüm noktası Miami’deydi. Orada bana Wildcard verdiler. Gerçi hemen hiç kimse farkına varmadı; ama orada bazen oyunum Londra’dakiyle aynı seviyedeydi. Başlangıç noktası orasıydı.

Tennis Magazin: Ama eğer kısa süre önce dünya 218 numarası olan birisi Wimbledon’da yarı finale çıktıysa, bu yeterince sıra dışı bir durumdur.

Lisicki: Tabii ki. Ama geçtiğimiz hafta (Wimbledon haftası) diğer tenisçilerden çok gerideymişim gibi hissetmedim. Rakiplerime saygı da duyuyorum. Wimbledon’da her şey bir aradaydı: Etrafımdakiler, o atmosfer. Çimde oynamayı seviyorum. Geçen yıl Wimbledon’a katılamadığımda çok üzülmüştüm.

Tennis Magazin: Ayağındaki sakatlık geçen yıl 5 ay kaybetmene neden oldu. O dönemi nasıl geçirdin?

Lisicki: Baldırımdaki kaslar tamamen gitmişti. Tabii insan iki bacağı da sağlıklıyken bunun önemini fark etmiyor. Yedi hafta boyunca koltuk değnekleriyle dolaştım. İlk defa yürüyüş bandında antrenman yaptığımda, bir dakikanın ardından bitkin haldeydim.

Tennis Magazin: Sana kimler yardımcı oldu?

Lisicki: Florida’da Nick Bollettieri’nin yanında tekrar antrenmanlara başlamadan önce, Berlin Hohenschönhausen’deki Olimpik merkezde sıkça yüzdüm ve moral depoladım. Orada sürekli benimle aynı şeyleri yapan atletler vardı. Britta Steffen ile yaptığım konuşmalara fazlaca ihtiyacım vardı. Ayrıca bir Amerikan futbolu oyuncusu olan Drew Brees’in biyografisini okudum. Oldukça kötü bir omuz sakatlığı geçirmiş ve herkes ona kariyerinin bittiğini söylemiş. Ama o daha güçlü şekilde geri dönmeyi başarmış.

Tennis Magazin: Sen de öyle. Bu savaşçı ruhun nereden geliyor?

Lisicki: Bu bende her zaman vardı. Dresden’deki Almanya şampiyonasında yarı finalde 3-5, 0-30 gerideydim. Maç topu çevirmem gerekti. Sonunda turnuvayı kazandım. Pek çok kez bu tür şeyler yaşadım.

Tennis Magazin: Rahatlamak için neler yapıyorsun?

Lisicki: Müzik dinlerim. Black Eyed Peas ve Eminem dinliyorum. “Not Afraid” en sevdiğim şarkıdır.

Tennis Magazin: Nasıl bu kadar iyi servis atabiliyorsun?

Lisicki: Hiçbir fikrim yok. Servis atmaktan her zaman keyif aldım. Bütün yaptığım topu yukarı atmak ve ona vurmak.

"Fräulein Bum-Bum", başarısının sırrını bu röportajdaki son cümleyle güzel özetlemiş. Eğer yedi hafta boyunca koltuk değnekleriyle dolaştıktan sonra dahi, bu oyunu yeniden oynayabilmek için önünüzde duran bütün fiziksel ve mental zorluklara katlanacak güce sahipseniz, geriye yalnızca topu yukarı atmak ve ona vurmak kalıyor.

Kaynak:

Frankfurter Allgemeine Zeitung, 17 Nisan 2011
Tennis Magazin, Ağustos 2011 sayısı

0 yorum: