10 Aralık 2011 Cumartesi

Kuzey Işığı Yükseliyor - Angelique Kerber Röportajı


Angelique Kerber'in ismi bu blogda en son şu şekilde geçmişti:

"Amerika Açık'ta bu senenin hikayesini maalesef Alman Angelique Kerber yazdı. Maalesef diyorum, seveni, seyredeni varsa özür diliyorum, olmadığına eminim zaten de benden çıksın.

Kendisini Antalya'da, İstanbul'da izlemiş biri olarak, biri bana Amerika Açık yarı finali oynayacağını söylese o anda harakiri yapardım herhalde."

Peki ben bu blogun sahibinin böylesine nefretini kazanmış kızın hikayesini, hem de itiraf edeyim Amerika Açık’ta bir maçını dahi izlememişken, neden bir kez daha bu bloga taşıyorum? Röportajın içeriğinin de, özellikle Petko ile karşılaştırırsak oldukça sıkıcı olduğunu eklemeliyim.

Onca eksiye karşın röportajı buraya koyarken, şu soruyu kendinize sormanızı istiyorum: Yarı finale kadar adını kimsenin duymadığı ortalama yetenekteki bu kızın Alman olması tesadüf mü? Bu sorudan hareketle yazının içine, biraz da yazıya hareket katmak amacıyla Almanya'ya dair notlar ekledim. Sonuna da burada sorduğum soruyla ilgili görüşlerimi ekledim. Yalnızca röportajı okumak istiyorsanız italikle yazılan kısımları atlayabilirsiniz.

Kuzey Işığı Yükseliyor

Angelique Kerber nasıl sıfırdan Amerika Açık’ın yarı finaline kadar geldi? Başarısıyla diğer Alman tenisçilerini unutulmaya iten bu kız kim? Tennis Magazin, yaptıklarına kendisinin dahi inanamadığı bu kızla memleketi Kiel’de buluştu.

Angelique Kerber annesi Beata ile Hamburg hava limanına geldiğinde, onu karşılayacak kimse yoktu. Babası Slawek, Neumünster yakınlarındaki TC Boostedt’te tenis dersi vermek zorundaydı. Kız kardeşi Jessica ise Kiel’deki kozmetik salonunu boş bırakamadı. Bu nedenle Kerber’in, kariyerindeki en büyük başarıyı yarı finale kalarak elde ettiği New York’tan dönüşü de Hamburg-Kiel otobüsünde sonlandı. Amerika Açık’ta rüya gibi bir deneyim yaşayan ve eskiye göre 440.000 dolar kadar zenginleşen birisi için dikkat çekici bir durum. Hayatının eskisi gibi olmayacağı ise, Kiel otobüs garından evine gitmek için bir taksiye bindiği zaman belli oldu.

İşte Almanya ile Türkiye arasındaki farklara muhteşem bir örnek. Amerika Açık'ta yarı final oyna, sonra da otobüsle memleketine dön. Bunu Avrupa merkezci bir doğru-yanlış karşılaştırması olarak görmeyin; ama Hiddink'in "duygusalsınız" derken kastettikleri biraz da burada yatıyor. Bizim bir tenisçimiz yarı final oynayıp memlekete dönse herhalde önce omuzlara alınır, sonra spordan sorumlu devlet bakanının tahsis ettiği arabayla istediği yere giderdi. Kıza bir Berliner tepsisi yaptırıp getiren bile olmamış.

Eve dönerken taksici ona “Siz televizyondaki harika tenisçi Angelique değil misiniz?” diye soruyor. Kerber sekiz yıldır profesyonel olmasına karşın, memleketinde ona ismiyle hitap etmeleri onun için yeni bir durum.

Bir gün sonrası. Kieler Westring’de, üniversite alanının köşesinde bulunan Campus Suite’deyiz (Almanya’da bilinen bir kahve dükkanları zinciri). Cuma günü öğleden önce burası ana baba gününe dönüyor, çünkü öğrenciler kahve molası vermişler. Angelique Kerber kahve dükkanına girince, sanki bir amfiye girmiş gibi gençlerden oluşan bir kalabalığın ortasına düşüyor. “Burada bir sürü şey oluyor – aynı benim gibi” diyor Angelique ve gülümsüyor. Sonrada başından geçenleri saymaya başlıyor: Televizyon programları, röportajlar, fotoğraf çekimleri, radyo yayınları. Şaşkınlıkla “Almanya’da ne kadar çok şey olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu” diyor.

Bir anda sahne ışıklarının altında – Daha önceleri sadece sıkı taraftarlar ve tenis dünyasının içindeki isimler tarafından bilinen Kerber’in, bu duruma öncelikle kendisinin alışması gerekiyor. Son dönemde başarılı sonuçlar, iddialı demeçler ve modelleri aratmayan fotoğraflarla Alman kadınlar tenisini yeniden canlandıran Andrea Petkoviç, Sabine Lisicki ve Julia Görges manşetleri süslemekteler. Kerber mi? O hala oynuyor mu? Kerber’in, bu rüya üçlünün karşısına çıkarabileceği çok az şey vardı. Çok terbiyeli, çok sakin, çok renksiz. Amerika Açık’a kadar durum böyleydi. 1996’da Steffi Graf’tan bu yana son dörde kalan ilk tenisçi oldu. Hem de dünya sıralamasında 92. iken. Bir mucize, sansasyonel bir başarı.

Siz de fark etmişsinizdir ki, Almanya'da kadın tenisiyle ilgili içinde Steffi Graf geçmeyen bir yazı bulmak, Nadal'ın şortunu düzeltmediği maç bulmaktan zor.

23 yaşındaki tenisçi, Amerika Açık’ta gerçekten neler yaşandığını şöyle açıklıyor: “Neler olduğunu tam olarak ben de bilmiyorum.” Başarının etkileri Kerber’i tamamen hazırlıksız yakalamış. “New York’ta bu kadar ilerleyebileceğime hiç ihtimal vermiyordum. Nasıl olduğunu da hala anlamıyorum.” Hayretini daha iyi anlatabilmek için başka kelimeler arıyor. “Bütün bu yaşananlar tam bir çılgınlık” diyor ve ardından biraz sessizleşiyor.

Onu Campus Suite’deki bu gürültünün içinde anlamak bir hayli zor. “isterseniz başka bir yere gidelim” diyor Kerber ve ekliyor “Burası çok gürültülü”.

Kahve dükkanına, Kiel’deki Maritim Otel’in restoranından daha zıt bir yer olamaz. İçeride bizden başka müşteri yok, müzik bile yok. Cam duvarın arkasında, Kiel fiyortunun sularından güneş yansıyor. Kerber, yerini alırken: “Canlı görünmese de daha iyidir” diyor. Ama burası onun dünyası değil. 22 yıldır Kiel’de yaşıyor; ancak daha önce Maritim Oteli’nde hiç bulunmamış.

Fiyort (fjord) muhabbeti açıldığına göre Kiel'den biraz bahsetmek gerek. Kiel, Almanya'nın en kuzeyinde, yani Danimarka sınırına yakın bir yerlerdedir. Hatta milliyetçi Danimarkalılara sorarsanız buraların Alman işgali altındaki İskandinav toprakları olduğunu söyleyebilirler. Parayı da Norveç'e, İsveç'e gidip gelen gemiler sayesinde bulmuşlardır. 


Kiel’de, ona daha çok uyan bir yer, arabayla birkaç dakika uzaklıkta bulunuyor. Kerber’in kariyeri, Düstenbrook tenis topluluğunun asırlık ağaçlarla çevrili on yerinde başladı. Kulübü bugün ziyaret edenler, burada herkesin hitap ettiği şekilde Angie’nin fotoğrafları ve gazetede yayınlanan makalelerinin kapladığı bir duyuru panosu görüyorlar. Fotoğrafta, şanslı bir sarışın kız elinde kupasını tutarken görülüyor. İlk başkan Rathje: “Angie bu çevrede kazanılacak ne varsa kazandı. Çoğu zaman da kendisinden sonraki yaş kategorilerinde” diyerek o günleri hatırlıyor.

Bildiğimiz Kerber: Ulusal düzeyde kısa zamanda yaşıtlarına üstünlük sağlamıştı. 15 ve 26 yaşlarındayken 18 yaş altı Almanya şampiyonuydu. Orta okul mezuniyetinin ardından 2003 yılında WTA turuna katıldı ve Berlin elemelerindeki ilk maçında dünya 61 numarası Marion Bartoli’yi yenmeyi başardı. Beklentiler yaratan bir sonuç. Ancak o her zaman bir harika çocuk veya üstün başarılı birisi olmaktan uzaktı – Bunu, kendisini sabit bir hızla geliştirip ilk 50 yakınlarında oynamaya başladığı yıllar gösterdi. Yine de bir türlü büyük bir çıkışa imza atamadı.

Bugün, dünya sıralamasının 33.sü ve Amerika Açık yarı finalisti olarak, profesyonel olarak geçirdiği ilk yıllarına biraz gülüyor. Geriye baktığında: “O zamanlar tam olarak o kadar sistematik başlamamıştım” diyor. 

2011’in ilk yarısında alınan on ilk tur mağlubiyetinin ve berbat bir Wimbledon turnuvasının ardından Alexander Waske ve Rainer Schüttle’nin Offenbach’taki tenis akademisine gitti. Kerber’in bağlı olduğu “Global Sports Management” menajerlik şirketini yöneten Dirk Hordorff, ona, çevresindeki pek çok kişiye olduğu gibi, bu yolu izlemesini tavsiye etmişti. Kerber “Ama ben değişiklikleri sevmem, bu adımı atmam zor oldu” diye bir itirafta bulunuyor. Offenbach’taki ziyareti sürekli önüne koymalarından sonra, Akademiye annesiyle birlikte yol aldı. “Çünkü kariyerimde bir şeylerin değişmesi gerektiği kesindi. Öbür türlü bulunduğum alt seviyeden kurtulamazdım.” Kaya sertliğinde bir fitness antrenmanını tamamladı. İki gün sonra en iyisi kas ağrıları nedeniyle eve dönmek olurdu; ancak o programı tamamladı ve Amerika Açık’ta hayatının turnuvasını oynadı. Gerçek olmak için fazla basit görünüyor; ama öyle.

Röportajın bu kısmı WTA'in düştüğü durumu gözler önüne seriyor. Tabii ki her başarının ardında azmetmek ve buna göre gereken çalışmayı yapmak yatar; ama iki grand slam arası yapılan ekstra fitness antrenmanları sizi birinci turdan yarı finale çıkarıyorsa, yapıda bir bozukluk olduğu aşikardır. Bu hikayedeki "çalışırsak kazanırız" teması biraz ilkokul müsameresi tadında kalmış.

Herbie Horst, Kerber’in kariyerini daha profesyonelce yürütme kararı hakkında “Hayatının en iyi kararıydı” diyor. Horst Schleswig-Holstein’da antrenörlük yapıyor. Kerber ile de çocukluk ve gençlik döneminde beş yıl kadar birlikte çalıştı. “Oyunu her zaman iyi anlıyordu” diyerek o günleri hatırlıyor. Kerber ile bu yaz karşılaştığında, herkesin düşündüğü; ama söylemeye cesaret edemediği şeyler hakkında onunla konuştu. Ona: “Angie, gelişimin durmuş durumda. Yalnızca çizgide oynuyorsun ve bir kontra oyuncu haline geldin. Ama senin doğanda ofansif oynamak var – geri gelmelisin” dedi. Horst kuzeyde bir otorite, bu nedenle sözünün ağırlığı var. Kendini orta noktada konumlandırmadan, akıllı ve sakin konuşuyor. Kerber ile birlikte, Julia Görges ve Mona Barthel’i de keşfeden kişi ki, her üç isim de Ağustos ayında ilk 100 içerisinde yer aldılar. Sonunda Horst’un analizi Kerber’i korkuttu.

Maritim Otel’deki zamanımız kısa; çünkü Kerber’in RTL ile randevusu var. Ama o arkasına yaslanıp rahatlıyor ve “Biraz daha bekleyebilirler” diyor.

O günleri yaşayanlar şimdi yeni bir Angelique Kerber'i tanıyorlar. Daha açık, daha rahat, neredeyse özgür. Artık dudakları kenetli değil. Bu değişiklikler, sadece gelen büyük başarıya mı bağlı? Kerber, “Hayır” diyor ve ekliyor: “Daha önceden açık olmaya başladım; çünkü total olarak daha pozitif bir insan haline geldim.” Ailesiyle olan göbek bağı, eski yapıların yeniden ortaya çıkması ve son dönemde gelen başarılar – bunların hepsi çiçek açmasını sağladı.

“Ne kadar yeteneğe sahip olduğunu gösterebilmesi ona korkunç iyi geldi” diyor annesi Beata ve ekliyor: “Bu beni onun adına çok memnun etti.” Almanya’da Polonya kökenli bir anne-babadan dünyaya gelen Beata Kerber de meslekten. Kadınlar 40-Kuzey Ligi’nde oynadı ve kocası Slawek’i de Tenis sayesinde tanıdı. Ayrıca Kiel Tenis Merkezi’nde yöneticilik yapıyor, burası kızının kariyerinin biçimlenmesinde önemli bir durak. Tenis koçu olan babası 1990’da TG Düstenbrook’un baş antrenörü olmak için Bremen’den Kiel’e gelirken, kendinden önceki koçun yerine yerleşti. Burası anne Kerber’in de şu anda çalıştığı Tenis salonundaki kortların üstünde yer alıyordu. “Angelique bu salonda büyüdü. Sadece bir merdivenden inerek oraya ulaşıyordu” diyor annesi. Angie’nin profesyonel tenisçi olmasına şaşmamak gerek.

“Hayır, hayır” diyerek yeniden konuşmaya başlıyor annesi. “Bunun böyle olmasını hiç planlamamıştık. İki kızımız için de tenis kortları büyük bir oyun alanıydı.” Ailesi Angelique’in yeteneğini keşfettikten sonra, burada geçen oyun vakitleri aynı zamanda babasıyla doğru antrenmanlara dönüştü. Angelique Kerber başlangıç günlerini: “O zamanlar keyifliydi. Kim bir tenis salonunda yaşadığını söyleyebilir ki?” diyerek anıyor.

Kerber 15 yaşına geldiğinde, ailesi taşındı. Ama tenis kortlarına olan yakınlık ailenin genlerinde var. Sadece anne Beata’nın işi dolayısıyla da değil. Beata’nın anne-babası 2005 yılında Polonya’nın Puszczykowo şehrinde bir tenis merkezi açtılar ve adını da kız torunlarından esinlenerek “Angie” adını verdiler.

RTL’nin televizyon ekibi yaklaşmadan önce, Angelique Kerber ile Kiel fiyortunun önündeki iskelede fotoğraf çekimi yapıyoruz. Arkadan bir İskandinav teknesi yaklaşırken “Denizde mutluyum, böyle bir şey yalnızca Kiel’de var” diyor Kerber. Fotoğraflarda her şeyi doğru yapıp yapmadığından emin olmak istiyor. Yapabileceği fazla bir yanlış yok zaten. Gülüşü gerçek, çevre harika. Angelique Kerber zirvedeki yeni Alman tenisçi rolüne oldukça yakışıyor.

Öncelikle eğer röportajı buraya kadar sabırla okuduysanız teşekkür ederim. Şimdi baştaki soruma dönerek, bu başarıda Almanya'nın rolünü iki nedene bağlamak istiyorum. Kanımca bunlardan birincisi birikim, ikincisi de yerellik. 

Kerber'in hikayesinin özetinde şu var: Bir ülkede yaptığın işte kendini geliştirmek adına ne kadar çok fırsat varsa, siz de hayatta o kadar çok şans sahibi olursunuz. Kerber'i fark edebilecek pek çok insan, neredeyse doğumundan itibaren yanında olmuşlar. ATP Hamburg ve WTA Stuttgart turnuvalarını izlemiş biri olarak, ülke içindeki turnuvalarda binlerce kişinin desteğini gördüğüne de eminim. Yani, motive olmak için de birden çok şansı var. Her zaman Steffi Graf gibi üstün yetenekli insanlara sahip olamazsınız; ancak sisteminizi elinize geçecek her yeteneği en iyi şekilde kullanacak şekilde kurarsanız, elinizdeki isimleri standart üstü başarılara ulaştırabilirsiniz. 8 yıl boyunca dişe dokunur bir başarı elde edemeyen bir isme bile.

Yerellik konusunda ise biraz daha açıklama yapmam gerekiyor. Yazının içindeki güzel bir örnek, büyük şehir Hamburg'dan yalnız dönen Kerber'in taksici tarafından tanınması. Taksicinin büyük bir tenis meraklısı olması düşük ihtimal; ama muhtemelen yerel basın bu başarıyı gündeme taşıdığı için Kerber kentte meşhur olmuş. Türkiye'de yerel basın denince genellikle uzak diyarların az tirajlı gazeteleri akla gelir; ancak Almanya'da gerek Hamburg, Köln gibi büyük şehirlerde gerekse ufak yerleşim yerlerinde yerel gazeteler, ulusal gazeteler kadar tiraja sahiptir. Bu durum sahiplenme duygusunu beraberinde getiriyor, oyuncuların da hedefelrini çeşitlendirmelerini sağlıyor. İçinizde futbolla ilgilenenler varsa, güzel bir örnek Podolski'nin aslında bir orta sıra takımı olan Köln'ün efsanesi olmasıdır. Belki iddialı bir söylem ama ben Türkiye'de daha çok sporcu yetiştirmek için, İstanbul dışına çıkmanın da önemli bir seçenek olduğuna inanıyorum.

Kaynak:  "Nordlicht im Aufwind" Tennis Magazin - Kasım/Aralık 2011 Sayısı

2 yorum:

Berke B. dedi ki...

Biraz ağır yazmışım zamanında, turnuva heyecanından olsa gerek.

Nefretimi kazanmadı öyle demiyelim sadece Kerber ne alaka yani. Zaten inanılmaz bir kura şansı vardı, bir tek üst düzey isimle oynamadan geldi yarı finale, ha bu bişiyi değiştirmez o ayrı..

Benim bu kadar ağır konuşmamın bir sebebi var tabii. Kerber kesinlikle boş bir hatun değil. Büyük umut vadeden bir oyuncuydu, 17-18 yaşında ilk çıkışını yaptığında İstanbul'da ve Antalya'da izleme fırsatı buldum. Hatta Antalya'da kazandığı challenger'da ordaydım. Sorun şu ki o yaşda sahip olduğu fizik ve vuruş kalitesi 24 yaşına geldiğinde hala aynı. Üstüne neredeyse hiç koyamamış bir oyuncu.

Tabii yazın akademi değiştirdiğini, yoğun çalıştığını falan bilmiyordum, semeresini almış, helal olsun ama yine de Amerika Açık yarı finali oynayacak bir hatun değil. Bu saatten sonra da oyununun dramatik ölçüde değişeceğini sanmıyorum. Kondisyon açısından fit olduğu sürece top 50 kovalar..

Bu arada Almanya'da büyük yankı uyandırdığı bir gerçek. Tenisle hiç bir alakası olmayan, tenis topu görse bomba sanacak Alman arkadaşım, Kerber kim ya, biliyor musun, her yerde ondan bahsediyorlar diye sorduydu..

Her neyse, güzel bir yazı olmuş ;) Keşke bu çıkışını 2-3 sene önce yapsaydı da üstüne bir şeyler koyabilseydi diyorum..

Adsız dedi ki...

peki şimdi ne diyeceksin avustralya açığı kazandı vede baya güçlü deneyimli birine karşı şimdi sen serena da yaşlandı sakattı ters geliyo gibi bahaneler üretirsin